Balkanlarda Ne Buldum?

AKEDONYA  –  ARNAVUTLUK  – KARADAĞ

Merkez Valisi Murat Yıldırım Bey’in gerçekleştirdiği Makedonya, Arnavutluk, Karadağ, Hırvatistan, Bosna Hersek, Sırbistan ve Kosova’yı kapsayan Balkan ülkeleri seyahati ile ilgili gezi notları ve gözlemlerinden Makedonya, Arnavutluk ve Karadağ’ı kapsayan kısımlarını bu sayımızda sunuyoruz.

Hırvatistan, Bosna Hersek, Sırbistan ve Kosova gözlemlerini ise 3. sayımızda okuyabileceksiniz.

MAKEDONYA
KALKANDELEN
08:00 civarında Atatürk Havalimanından kalkan uçağımız yaklaşık bir saat on beş dakikalık yolculuktan sonra Makedonya’nın başkenti Üsküp havaalanına iniş yaptı. Pasaport ve gümrük işlemlerinden sonra, otobüsle Ohrid’e hareket ettik. Otobüs kaptanımız, Soşi isimli Makedon asıllı güler yüzlü şoför bizleri “hoş geldiniz” diyerek Türkçe sözlerle karşıladı. Ohrid yolu üzerinde ilk durağımız bizim Kalkandelen olarak bildiğimiz Tetova şehri oldu.

Yeşil dağlarla çevrili şehirde Osmanlıdan kalan en önemli eserlerden ikisi hâla ayakta durmaktadır. Bunlardan birisi Alaca Camii, diğeri ise Harabati Tekkesi’sidir. Renkli süslemeleriyle özgün bir mimariye sahip camii, 1400 yıllarında yapılmış. 1800 yıllarda büyük tadilattan geçerek bugünkü şeklini almış. İçi ve dışı tertemiz, bahçesinde güzel çiçekler açmış, şadırvanlarından temiz sular akıyor, her şeyi en güzel şekilde korumaya çalışmışlar. Kalkandelen, Osmanlı döneminde, önemli yerleşim yerlerinden birisidir.

Ordunun ihtiyacı olan bir kısım silahların üretildiği bir merkezmiş. Şar dağlarının eteğindeki bu şirin şehirde yoğun olarak Arnavutlar yaşamaktadır. Alaca Camii’nde mescid namazı kıldıktan sonra, ikinci önemli durağımız, Harabati Tekkesi oldu. Tekke 1538 yılında, Sersem Ali Baba adıyla anılan Bektaşi babası tarafından kurulmuştur.

1799 yılında Kosova Valisi Recep Paşa’nın kuruculuğunda bir vakıf, tekkenin içinde oluşturulmuştur. Sersem Ali Baba, Kanuni Sultan Süleyman’ın ilk eşi Mahidevran Sultanın ağabeyidir. Osmanlı Sarayı ile yakın ilişkisi olmuş, Hacı Bektaş Dergahı’na yerleşmeden önce devlet kademesinde beylerbeyi rütbesine yükselmiş bir devlet adamıdır. Rivayete göre, gördüğü bir rüya üstüne devlet işlerini bırakıp, dini hayata geçmek için padişahtan izin isteyince; Sultan Süleyman “Sen sersem mi oldun, vezirlik bırakılıp da orada dervişlik mi yapılır” deyince, “Kabulümdür Sultanım bana sersem desinler” diyerek izin almıştır. Dergâhın bahçesinde Sersem Ali Baba’nın makamı vardır. Bu tekke adını, yerine geçen dedelerden birisi olan Harabati Baba’dan almıştır. Tekkeyi dergâh haline sokmuştur. Dergâhın geniş bahçesinde uzun yıllar tarım ve hayvancılık yapılmıştır, mezarı da dergâhın bahçesindedir. Yugoslavya döneminde turistik tesise dönüştürülmüş.

Tekkenin bahçesinde bir mescit, meydan evi, şadırvan bulunmaktadır. Ayrıca misafir hanesi mevcuttur. Aşevi, imam evi, zikir odaları dâhil olmak üzere tam bir külliye görünümündedir. 32 yaşlarında 160 Kg’lık Cumali adındaki savaş gazisi genç tekke hakkında bilgiler vermektedir. Tertemiz, yemyeşil bahçesi, geniş alanları ile sizleri karşılayan Harabati Tekkesi yalnızlığa terk edilmiş durumda. Mescide gittiğimizde kapalı olduğunu gördük. Küçük kabristanı ziyaret edip, dualar okuyarak ayrıldık.

OHRİD
Kalkandelen’den ayrıldıktan sonra Ohrid’e varıyoruz. Ohri gölünün kıyısında kurulan şehir tam bir deniz sayfiye şehri manzarası arz ediyor. Yaz aylarında şenlik-festivallerin düzenlendiği tam bir tatil beldesi. Ohri gölü yaklaşık 358 kilometrekaredir. Suyu berrak ve temiz olup, gölde kuğular güzel bir manzara oluşturmaktadır.

İlk durağımız Bizans döneminde yapılan Ayasofya Kilisesi oldu. Arka bahçesinde yaz döneminde konserler verilmekteymiş. Sonra aynı alanda Sinan Çelebi adlı zatın türbesini ziyaretle duada bulunduk. Ohri kalesine çıkıp, şehre baktığımızda gerçekten güzel manzaraya doyamıyorsunuz. Ohri kalesinin önündeki camiinin yıkıldığını, yerine yeni bir kilise yapıldığını üzülerek öğrendik. Hâlbuki atalarımız fethettikleri yerlerde ne kiliselere, nede havralara asla dokunmamışlar, kimsenin inanç ve ibadetine zorla müdahale etmemişlerdir. Kaleden taş kaldırımları yürüyerek inerken, evlerin, pansiyonların bahçelerinin çok temiz ve bakımlı olduğunu gördük. Özellikle merdiven ve balkonların değişik saksı çiçekleriyle adeta renk cümbüşüne çevrildiğini ben, eşim ve bütün kafilemiz hayranlıkla izledik.

Ohrid sahiline inince, bütün kafile tekneyle Ohrid gölünde yaklaşık bir saat tekne gezisi yaptı.
Gölün kıyılarındaki eski ve yeni dönem yapılan tesisleri, otelleri, turistik tesisleri, kısaca gölü ve kıyılarının güzelliklerini doya doya seyrettik.

Serbest saatte Ohrid eski çarşı merkezindeki Pir Mehmed Hayati Hz. Halveti Dergâhı ve Türbesine gittik. Türbeyi dışarıdan ziyaret ettik. Bitişiğindeki camii de kapalıydı. Çünkü Balkanlarda bir iki istisna dışında namaz vakitlerinin haricinde bütün camiiler kapalı tutulmaktadır. Eğer herhangi bir namaz vaktinin biraz öncesine veya sonrasına tesadüf ederseniz, camiye giremezsiniz. Bizde olduğu gibi kadrolu ve maaşlı din görevlileri yoktur. Çoğu esnaf, serbest çalışan gönüllü görevliler olduğundan namazın edasından hemen sonra camiler kilitlenmektedir.
Gece Ohrid’de göle nâzır otelimizde geceledikten sonra, erkesi sabah St.Naum Manastırı – Resne – Manastır (Bitola) gezileri için yola çıktık.
Yol üstünde “Bay of the Bones Museum” denilen yerde, su üzerinde ahşap kazıkların üzerine inşa edilen müze köye yukarıdan bakarak resimlerini çektik.
Kısa bir yolculuktan sonra, Ohrid gölünün beslendiği kaynaklardan birisi olan Galicica National Park’a vardık. Gerçekten görülmeye değer, müthiş güzellikte. Suların bingül bingül kaynadığı, su kaynağının renkten renge büründüğü ve Ohrid’e doğru akarken küçük şelâlelerin oluştuğu harika bir yer. Küçük kayıtlarla tabiat parkında su kaynağının üzerinde gezinti yapmaktan büyük keyif aldık.

Daha sonra milli parkın yakınındaki St.Naum Manastırı’nı ziyaret ettik. St.Naum ve St. Clement, Kiril alfabesini bulan, Slav birer aziz olan St. Kiril ve St. Metodius’un öğrencileri olduğu ifade edildi. Ohrid, bu azizlerin yaşadığı dönemde, Hıristiyanlık açısından önemli bir merkez durumundaymış. Bu manastırda özellikle zihinsel problemli insanlar yani akıl hastaları tedavi ediliyormuş. Manastırın içinde bir de küçük kilise var.

Aynı dönemde ve aynı havalide Anadolu Bektaşi erenlerinden Sarı Saltuk’ta İslamiyet’i yaymaya çalıştığından, Müslüman halk da burayı Sarı Saltuk türbesi olarak ziyaret etmekteymiş. Manastır, bizim Anadolu ve Balkanlardaki dergâh ve tekkelerin sistemini hatırlatmaktadır.

RESNE
Manastır (Bitola) şehrine giderken ilk uğrak yerimiz Resne şehri oldu. İttihat ve Terakki Cemiyetinin ünlü isimlerinden Niyazi Bey, II. Meşrutiyetin ilânına yol açan ayaklanmanın lideri olarak 1897 yılında Türk-Yunan savaşında başarısıyla ün salmıştır.
1913’te Arnavutluk’un Avlonya limanında İstanbul’a gitmek üzereyken, koruması tarafından öldürülmüştür. Ölüm sebebi karanlıkta kaldığından, kendisine atfedilen “ne şehiddir ne gazi, pisi pisine gitti Niyazi” deyimi Türk milletinin hafızasına kazınmıştır. Resne bağlık, bilhassa düz ova elma bahçeleriyle meşhurdur. Adına yaptırdığı Resneli Niyazi Bey Konağı’nı gezdik. Konağın dış cephesi, içinden daha süslü görünmektedir. Osmanlı-Türk mimarisiyle yapılan konağın içi çeşitli devir-dönemlerine ait eski ve yeni eserlerin sergilendiği bir müzeye çevrilmiştir. Resne’den dönerken meşhur elma bahçelerinden birisinin önünde otobüsümüzü durdurarak, tadımlık da olsa elma satın alarak, satış yapan bayanın tezgâhını beş-on dakikada boşalttık.

MANASTIR (BİTOLA)
Osmanlı döneminde en önemli şehirlerden birisi olan Manastır geniş meydanları, caddeleri, yemyeşil park ve bahçeleri ile şirin bir şehir. Çok sakin görünen şehrin tam ortasında bir çeşme, bir havuz, havuza çok yakın bir yerde kapısı kilitli Mehmed Efendi Cami ve hemen yakınında 17. yüzyıl Osmanlı eseri olan, tepesinde haçı takılan Saat Kulesi’ni görüyorsunuz.

Çeşme ve havuz “Manastır’ın ortasında var bir havuz” adlı ünlü türküye de konu olmuştur.
Manastır’ın ortasında var bir havuz
Aman havuz, canım havuz
Manastır’ın kızları, hepsi de yavuz
Biz çalar oynarız
Manastır’ın ortasında var bir çeşme
Aman çeşme, canım çeşme
Manastır’ın kızları, hepsi de seçme
Biz çalar oynarız

Balkan topraklarından çekilmeye mecbur bırakıldığımız şu son yüzyılda (1913 – 2013) bizler yani Osmanlı’nın devamı ve varisi olan milletimiz; bu Balkan türküsünün ritmine uyup, çalıp-oynamaya devam ederken; 400-500 yıl hüküm sürdüğümüz ecdat yadigârı topraklarda, saat kulesinin tepesine haçı yerleştirilir. Şehrin tam kalbindeki camiinin kapısına kilit vurulur da size de üzüntüyle seyretmek ve fotoğrafını çekerek hüzünlenmek düşer. Meydanda İshak Paşa Cami’nin de TİKA’nın katkılarıyla restorasyon projesi için iskelenin kurulduğunu ve dolayısıyla onarımı bitinceye kadar ibadete kapalı olduğunu öğrendik.

Manastır’da son ziyaret ettiğimiz yer, Mustafa Kemal Paşa’nın mezun olduğu Askeri İdadi ve Atatürk müzesi oldu. Bina 1848 yılında yapılmış.
Bina içinde bir bölüm Atatürk’ün anısına müze olarak düzenlenmiş. Son derece düzenli, bakımlı olarak korunduğunu gördük. Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyetin Kurtuluşu ile ilgili video-film izleyerek idadiden ve Manastır’dan ayrıldık.

STRUGA
Sonraki gün, ilk durağımız Ohrid çıkışına yakın bir şehir olan Struga oldu. Ohrid gölünden çıkan Drim Nehri’nin başlangıç noktası, kasabayı sanki ikiye bölüyor. Gerçekten güzel bir manzara oluşturuyor. Köprünün başında İsmail Haki isimli, Türk asıllı yaşlı bir kişi, “hoş geldiniz” diyerek bizi karşıladı. Hemen tanışıp ayaküstü biraz konuştuk.

Emekli bir marangoz ustası olduğunu, (79 yaşında) hukuk okumuş oğlu İsmail ile hediyelik eşya sattıklarını öğrendik. Toplam nüfusunun 30 bin olduğunu, yaklaşık 5 bin Türk’ün yaşadığını ifade etti. Makedonya’nın bütün önemli şehirlerinde, Üsküp, Kalkandelen, Ohri ve Struga’da “Yahya Kemal Kolejlerinin” açıldığını, gelecek adına, yeni nesillerin yetiştirilmesi açısından çok mühim eğitim yatırımı yapıldığını bu dünya çapındaki eğitim seferberliğinin maddi ve manevi bakımından desteklenmesi gerektiğini daha güzel idrak ettik ve milletimiz adına gurur duyduk. Turun programında olmadığından kolejleri ziyaret edemedik.

ÜSKÜP
Makedonya’nın başkenti ve en büyük şehridir. Üsküp tam bir Osmanlı şehridir. Camileri, hanları, hamamları, medreseleriyle İslami kimliğini koruyabilmiş önemli şehirlerden birisidir. 1392’de Osmanlı hâkimiyetine giren şehir, 520 sene ecdadımızca yönetilmiştir. Yaklaşık 2 milyon insanın yaşadığı Makedonya’da halkın %64’ü Makedon, %25’i Arnavut, %4’ü Türk ve %3’ü Romen asıllıdır.
1 milyondan fazla Türk, 1912 Balkan savaşından sonra göç etmiştir. Günümüzde %65’i Hıristiyan, %33’ü Müslümandır. Osmanlı döneminde Üsküp’te 120’ye yakın camii varken, bugün ancak 20’ye yakını ayakta kalmıştır. Üsküp’te doğan Yahya Kemal, Üsküp’ü “Firuze kubbelerle bizim şehrimizdi o” diye tanımlamıştır.

Günümüzde Makedonlar, burası bir haçlı-Avrupa şehridir diyorlar. 1991’de başkent olduktan sonra, şehrin meydanlarına anıtlar-heykeller dikmişlerdir. Bazı anıtlara birkaç yüz milyon dolar harcamışlardır.

Müslümanların yaşadığı bölgelere pek karışmıyorlarmış. Ziyaret ettiğimiz Eski Türk Çarşısında pek çok dükkân-işyerleri kapanmak zorunda kalmıştır. Çarşıda çoğunluk Arnavutlar, Türkçe konuşmaktadırlar.

Vardar nehri, şehri ikiye ayırmaktadır. Yeni Üsküp’te yüksek binalar yükselirken, eski Üsküp’te cami minareleri yükseliyor. Kaldığımız şehrin ortasındaki Arka Otel’in terasından 16 adet camii ve minaresini bizzat saydım. Nehir üstündeki Taş Köprü Osmanlılardan kalmıştır.

Makedonlar yeni projelerini daha çok Makedon tarafına uygulayarak yeni bir Makedonya oluşturmaya uğraşmaktadırlar.

Ram Store ilk açılan AVM’den birisidir. Vanhall firması da bir otobüs fabrikası inşaatı başlatmıştır. Kente tepeden bakan Üsküp kalesi, 520 sene Osmanlı ordusuna kışla, cephanelik, askeri hastane olarak hizmet vermiş.

Mustafa Paşa Cami, en büyük cami olan Murat Paşa Cami, Kurşunlu Han, Davut Paşa Hamamı, İsa Bey Cami, görülmesi gereken ecdat yadigarı eserlerdir. Murat Paşa Camii, şehir merkezinde olduğundan çarşı esnafı daha çok bu camide namaz kılmaktadır. Bizde, bugünkü yatsı namazını eşimle beraber bu camide eda ettik. 1436’da Sultan 2. Murad tarafından yaptırılmıştır. Namazı müteakip cami yakınındaki bir kahveye bizi davet ettiler.

Çaylarımızı yudumlarken, Üsküp, Makedonya hakkında genel sohbette bulunduk. Arnavut asıllı Makedonlar, ciddi ekonomik, sosyal ve kültürel problemlerin olduğunu, gençler arasında işsizliğin yüksek olduğunu binlerce Makedon gencin Bulgar pasaportu alarak ülkeyi terk ettiklerini, yoğun bir şekilde misyonerlik faaliyetlerine maruz kaldıklarını açık ve samimi bir dille bizlere anlattılar.

Üsküp’te en fazla tartışmaya sebep olan yapı, Milenyum Haçıdır. 70 metreye yakın haç her yerden görülmektedir. 2 milyon dolar harcanması herkesi rahatsız etmiştir.

ARNAVUTLUK
ELBASAN
Arnavutluk’un önemli şehirlerinden birisi olan Elbasan, Sukumbi ırmağının suladığı verimli arazilerin içinde bulunan, Tava yemeği ile meşhur, ticaret yolları üzerinde tarihi bir şehirdir. Osmanlı döneminde de önemli yerleşimlerden birisiymiş. Tiran şehrinden önce, Elbasan başkentmiş. Şu anda nüfusu 200 bini aşmaktadır. Komünist Enver Hoca döneminde ateizm resmi din haline getirilmiş, Osmanlı’dan kalma camiler, medreseler vb. yerler tamamen kapatılmış, ibadetler yasaklanmıştı. Şimdi ise son zamanlarda yeni cami inşaatları görülmektedir. Elbasanı transit geçerek, Arnavutluk’un başkenti Tiran’a ulaşıyoruz.

TİRAN
Tiran Arnavutluk’un başkentidir. Geniş park ve caddeleri, sanayi tesisleri, üniversitesi, müzeleri ve değişik kurumları ile bir kültür şehri durumundadır. Şehrin ortasında Lana Çayı geçer. Nüfusu 600 binden fazladır. Ateist Enver Hoca döneminde bütün Arnavutluk’ta ateizm resmi din olarak kabul edilmiştir. Eski Sovyet Rusya ve Çin’le ekonomik, sosyal ve kültürel ilişkiler geliştirilmeye çalışılmıştır. Bütün doğu bloku ülkelerin kentlerinde olduğu gibi, Tiran’da da gösterişli, resmi devlet binaları (Opera, müzeler, sanat galerileri) göze çarpıyor.
En önemli Osmanlı eserlerinden ayakta kalan Ethem Bey Cami ve Saat Kulesi’dir. Ethem Bey Cami tek kubbeli olup, 1823’te tamamlanmıştır. Komünizm döneminde ibadete kapatılmış, 1991’de yeniden açılmıştır. Caminin için renkli nakışlarla süslenmiştir. Yine Ethem Bey tarafından yaptırılan Saat Kulesi’nin tepesinde, Manastır’da olduğu gibi haç takılmıştır.

Tiran’da öğle yemeği molasında, şehrin büyük park-meydanında bankta otururken, elindeki fotoğraf makinesiyle, insanların fotoğrafını çeken tanıştığımızda adının Refik olduğunu söyleyen fotoğrafçı Arnavut asıllı olduğunu söyledi. Ayrıca Müslüman olduğunu, fakat Türkçe bilmediğini ifade etti. Kendisine bir Yasin-i Şerif kitapçığı hediye ederek, tevhidin esası İhlâs Suresini göstererek okudum. Bir de kelime-i tevhid söyleyerek Türkçe bilen bir kimse ile kitabı okumasını tavsiye ettim.

Buradan çıkarılacak dersi komünist dönemde dinden tamamen uzaklaştırılan, 1990 yıllardan itibaren, daha insani daha demokratik düzene geçilse bile; ciddi bir manevi eğitim verilmediği takdirde, insanlar Ahmed, Mehmed, Hasan, Hüseyin, Refik vb. mümin isimler taşısalar da, kelime-i tevhit ve kelime-i şehadetten bihaber yaşayabildikleri gerçeğinin unutulmamasıdır. 500 sene Osmanlı idaresinde kalan başkenti olarak bir tane cami bulunan, 350.000’den fazla nüfusu barındıran Tiran’da ismi Müslüman olup da İslâmi hayata susamış binlerce insanımız; güzel dinimizin tebliğ edilmesini, öğretilmesini, kısacası yaşayarak anlatılmasını bekliyor. Yoksa meydan Hıristiyan misyonerlerin faaliyetlerine kalıyor.

Tiran’dan sonra kuzeybatı Arnavutluk’ta tarihi bir şehir olan İşkodra’nın içinden transit olarak geçiyoruz. Osmanlı döneminde, önemli bir sancak merkezi ve kale şehriydi. Ticaret merkezi olarak gelişmiştir. İşkodra, Drin ve Boyana nehirlerinin kavuşma alanında ve şehre hâkim bir noktada kurulmuş adı
Rozafa Kalesiyle meşhur olmuştur.

KARADAĞ
Eski Yugoslavya’yı oluşturan altı cumhuriyetten biriydi. 2006 yılında yapılan referandumda çıkan %55’lik evet oyu ile bağımsızlığını ilân etmiştir. Sırbistan hiçbir zaman Karadağ’ın referanduma
gitmesini istememiştir. 2007 tahmini nüfus 684.000’dir. %43’ü Karadağlı, %32’si Sırp, %7 Boşnak ve Arnavut’tur. En önemli gelir kaynağı turizmdir. 280 kilometrelik kumsal plâjları mevcuttur. Başkenti Podgorica’dır. Fiyortları meşhurdur. “Fiyortları görmek için İsveç’e gitmeye gerek yok, Karadağ’a gelin” diyorlarmış. Ülkenin Adriyatik kıyısında Bar, Budva ve Kotor şehirleri, eşsiz tarihi kaleleri ve otantik görüntüleri ile ormanlık ve dağlık yollarda giderken, birden deniz seviyesine inerek inanılmaz güzellikleri yaşıyorsunuz.

Bar limanından Sırbistan da yararlanmaktadır. Çünkü Karadağ bağımsız olunca, Sırbistan’ın sahili kalmamıştır. Bar limanından İtalya’ya feribot seferleri yapılmaktadır. Bar Osmanlı’nın fethettiği son kara noktasıdır. Bundan sonrası her şeyi ile Hıristiyan bölgesidir. Buradan sonra, cami minare görmek mümkün değildir. Tarihi kayıtlara göre, Osmanlı siyasi tarihinde veba salgınından pek bahsedilmez. Fakat bu bölgelerde veba salgını pek yaygınmış. On binlerce insan salgından telef olmuş.

Romalılar, Osmanlılar genelde akarsuları, Sırbistan-Karadağ ve Avrupalılar bir dönem durgun suları yaygın olarak kullandıkları için salgınlara maruz kaldıkları ifade edilmektedir. St.Stefan Adası : Aziz Stefan’ın yaşadığı dönemde veba salgınından korunmak için sığındığı, adına kilise yapılan adada üç kilise mevcutmuş. Budva koyuna bakan denizin ortasında, bağlantısı sonra yapılmış, ünlü zengin iş adamları tatil yaptığı bu şirin adanın kıyıdan fotoğraflarını çektik.

Karadağ’ın sahil şehirleri, Budva, Kotor, Hersek-Novi tıpkı bizim Antalya-Muğla sahilleri gibi. Sahildeki küçük Budva kalesini gezdik. Daracık sokaklarının her yerinde alışveriş merkezleri açılmış Eylül ayı olmasına rağmen her yer cıvıl-cıvıl turist kaynıyor. Kaleyi çevresini çok güzel korumuşlar. Turistlerin dolaşmaları için, surların etrafında yürüyüş yolları dahi yapmışlar.
Hersek Novi, Kotor körfezinde yer almış, sahil şehirlerinden birisidir. Merdivenleri dik olduğundan “merdivenler şehri” diye anılmaktadır. Osmanlı döneminden kalma kulesi vardır. Sırp-Hırvat savaşında, Sırplar denizden topa tutmuşlar. Hem Lâtin hem de Kiril alfabesini kullanırlar. Sırp nüfusu fazlaymış.

İlginizi çekebilecek yazılar

Uzak Geziler – Malezya

Langkawi – Kuala Lumpur İSTANBUL İstanbul Atatürk Havalimanı’nda saat 12:00’de Navigatour yetkilileri ile buluşma. Saat …